bu kitapta bir kadın ve
onun sesi var, ama anlatılan gerçek yaşam öyküsünün en önemli kahramanı bir
erkek.
saniye,
torosların bir köyünde büyüdü. babasının gözüne girebilmek için ‘erkek gibi bir
kız’ olması gerektiğini anladı ve kısa saçıyla, sert bakışıyla, asker gibi rap
rap yürüyüşüyle onun takdirini kazandı.
mehmet
yakışıklı, tatlı dilli, kadınların dikkatini çekip onların gönlüne girmesini
bilen biriydi ve ‘erkek gibi bir kız’ olan başı dik saniye’den hoşlandı.
saniye
babasının gözüne girmek için erkek gibi bir kız olmasını öğrenmişti, ama kadın
olmanın ne demek olduğunu hiç bilmiyordu; kimse kadın olmayı öğretmemişti. neye
uğradığını anlayamadan kendini evlenmiş buldu ve oldukça çetrefil, karmaşık,
acılarla dolu bir yaşam öyküsü başladı.
evliliğinin
dördüncü ayında kocasının pantolonunun cebinde genç bir kıza yazılmış bir aşk
mektubu buldu ve ancak bir kadının gösterebileceği bir yaratıcılıkla bir komplo
kurdu: kızın evini buldu, görücüymüş gibi kızın evine gitti ve kocasını oraya
getirtti; önce hayret daha sonra öfkeden dona kalan mehmet’in yüzüne kapıyı
çarparak çıktı.
bu yaşam
öyküsü çetrefil, karmaşık ve acılarla dolu; aynı zamanda bu toplumun
kadınlarının birçoğunun öyküsü.
erkek
karısını kendinden uzak tutmaya kararlı; uzaklığından, bilinmezliğinden ve
yalnızlığından gelen bir gizemi var. kadın onun iç dünyasına girmeye, onun can
yoldaşı olmaya sürekli çabalıyor. acılarla dolu yalnız bir yolculuk; her ikisi
için de süregiden yalnız bir yolculuk.
saniye
duygularını ve özlemlerini şiire döküyor. sadece kendi için değil, bu ülkenin
tüm kadınları için yazdığını düşünüyor. otuz yılı aşkın evliliğinde adını bir
kez bile duymuyor. 'acaba ben var mıyım?' kuşkusuna kapılıyor.
yoksam ben
varmışım
gibi
canlıymışım
gibi
neden
acıyor yüreğim
yaş
akıtıyor gözlerim.
saniye
çelik’le konuşmamı sanki rahmetli annem benden istedi. dinlediğimde, saniye’nin
acıları, yalnızlığı, içinin burukluğu annem zehra’nın yaşamını anımsattı.
ve bu kitap
oluştu.